İrtikap Suçu ve Cezası

İrtikap suçu Kamu İdaresinin Güvenilirliğine ve İşleyişine Karşı Suçlar başlığı altında Türk Ceza Kanunu madde 250’de düzenlenmiştir. İrtikap suçu kasten işlenebilen bir suçtur, suçun oluşması için failin saiki ve amacı önem taşımaz. İrtikap suçu özgü bir suçtur, bu suç sadece kamu görevlisi tarafından işlenebilir.

Bu suça teşebbüs mümkündür ve iştirak konusunda genel kurallar uygulanır.

İrtikap suçu, görevi kötüye kullanma suçunun özel bir türü olduğu için, irtikap suçunun oluştuğu durumlarda faile ayrıca görevi kötüye kullanma suçundan dolayı cezaya hükmolunmaz.

İrtikap Suçu Nedir

İrtikap: bir kamu görevlisinin, görevinin sağladığı gücü kötüye kullanmak suretiyle zorla ya da ikna veya hatadan yararlanma yoluyla kendisine veya başkasına yarar sağlaması veya bu yönde vaatte bulundurmasıdır.

İrtikap suçu Türk Ceza Kanunu madde 250’de düzenlenmiştir.

TCK m.250 hükmüne göre irtikap suçu

  • İcbar suretiyle
  • İkna suretiyle
  • Hatadan yararlanmak suretiyle

işlenebilir.

Cezası Nedir

  • İrtikap suçunun icbar suretiyle işlenmesi halinde cezası 5 yıldan 10 yıla kadar hapis cezasıdır. Dava zaman aşımı süresi 15 yıl, ceza zaman aşımı süresi 20 yıldır.
  • İrtikap suçunun ikna suretiyle işlenmesi halinde cezası 3 yıldan 5 yıla kadar hapis cezasıdır. Dava zaman aşımı süresi 8 yıl, ceza zaman aşımı süresi 10 yıldır.
  • İrtikap suçunun kişinin hatasından yararlanmak suretiyle işlenmesi halinde cezası 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezasıdır. Dava zaman aşımı süresi 8 yıl, ceza zaman aşımı süresi 10 yıldır.

İrtikap Suçu Yargılaması

5235 sayılı kanun m.12 uyarınca icbar suretiyle irtikap ve ikna suretiyle irtikap suçlarının yargılaması ağır ceza mahkemesinde görülür ancak hatadan yararlanmak suretiyle irtikap suçunun yargılaması asliye ceza mahkemelerinin görev alanına girmektedir.

İrtikap suçu şikayete tabi değildir. Re’sen soruşturulup kovuşturulur. Ayrıca irtikap suçu uzlaştırma hükümleri kapsamında da değildir.

İcbar Suretiyle İrtikap Suçu

İcbar, zorlama mecbur bırakma anlamlarına gelmektedir. İcbar suretiyle irtikap suçunda faili, mağduru yarar sağlamaya veya yarar sağlama vaadinde bulunmak zorunda bırakmaktadır. Türk Ceza Kanunu m.250’de geçtiği üzere: Kamu görevlisinin haksız tutum ve davranışları karşısında, kişinin haklı bir işinin gereği gibi, hiç veya en azından vaktinde görülmeyeceği endişesiyle, kendisini mecbur hissederek, kamu görevlisine veya yönlendireceği kişiye menfaat temin etmiş olması halinde, icbarın varlığı kabul edilir.

İkna Suretiyle İrtikap Suçu

İkna suretiyle irtikap, kamu görevlisinin, hileli davranışlarla bir kimseyi kendisine veya başkasına yarar sağlamaya veya bu yolda vaatte bulunmaya ikna etmesi suretiyle gerçekleştirilir. Hileli davranışların, kamu görevinin sağladığı güven kötüye kullanılmak suretiyle gerçekleştirilmesi gerekir.

İkna suretiyle irtikapta, mağdur aslında verilmesi gerekmeyen bir yararın sağlanması gerektiğine inanmakta, kamu görevlisine sağladığı veya sağlamayı vadettiği yararın yasal olduğuna inanmaktadır. Bu inanç, kamu görevlisinin, görevinin sağladığı nüfuzu kötüye kullanması suretiyle oluşturulmaktadır.

Hatadan Yararlanmak Suretiyle İrtikap

Hatadan yararlanmak suretiyle irtikap, kamu görevlisinin görevi gereği muhatap olduğu kişinin hatasından yararlanarak kendisine veya başkasına bir yarar sağlaması veya bu yolda bir vaatte bulundurmasıdır.

Hatadan yararlanmak suretiyle irtikapta, kamu görevlisinin zorlayıcı veya ikna edici bir davranışı olmaksızın mağdur ona bir edimde bulunmakta, kamu görevlisi de bu edimi geri vermesi gerektiğini bilmesine karşın kendisinde tutmaktadır. Hatadan yararlanmak suretiyle irtikap suçunda hata kamu görevlisinin eylemlerinden kaynaklanmamaktadır. İkna suretiyle irtikap suçunda ise mağdurun hatası kamu görevlisi olan failin hileli davranışlarından kaynaklanmaktadır.

Madde Düzenlemesi

(1) Görevinin sağladığı nüfuzu kötüye kullanmak suretiyle kendisine veya başkasına yarar sağlanmasına veya bu yolda vaatte bulunulmasına bir kimseyi icbar eden kamu görevlisi, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Kamu görevlisinin haksız tutum ve davranışları karşısında, kişinin haklı bir işinin gereği gibi, hiç veya en azından vaktinde görülmeyeceği endişesiyle, kendisini mecbur hissederek, kamu görevlisine veya yönlendireceği kişiye menfaat temin etmiş olması halinde, icbarın varlığı kabul edilir.

(2) Görevinin sağladığı güveni kötüye kullanmak suretiyle gerçekleştirdiği hileli davranışlarla, kendisine veya başkasına yarar sağlanmasına veya bu yolda vaatte bulunulmasına bir kimseyi ikna eden kamu görevlisi, üç yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(3) İkinci fıkrada tanımlanan suçun kişinin hatasından yararlanarak işlenmiş olması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

(4) İrtikap edilen menfaatin değeri ve mağdurun ekonomik durumu göz önünde bulundurularak, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarısına kadar indirilebilir.

İrtikap suçu Türk Ceza Kanunu 2. kitap 4. kısım 1. bölümde “Kamu İdaresinin Güvenilirliğine ve İşleyişine Karşı Suçlar” başlığı altında düzenlenmiştir.

Kamu idaresinin güvenilirliğine ve işleyişine karşı suçlar şunlardır:

  • Zimmet (m.247)
  • İrtikap (m.250)
  • Denetim Görevinin İhlali (m.251)
  • Rüşvet (m.252)
  • Nüfus Ticareti (m.255)
  • Zor Kullanma Yetkisine İlişkin Sınırın Aşılması (m.256)
  • Görevi Kötüye Kullanma (m.257)
  • Göreve İlişkin Sırrın Açıklanması (m.258)
  • Kamu Görevlisinin Ticareti (m.259)
  • Kamu Görevinin Terki Veya Yapılmaması (m.260)
  • Kişilerin Malları Üzerinde Usulsüz Tasarruf (m.261)
  • Kamu Görevinin Usulsüz Olarak Üstlenilmesi (m.262)
  • Özel İşaret Ve Kıyafetleri Usulsüz Kullanma (m.264)
  • Görevi Yaptırmamak İçin Direnme (m.265)
  • Kamu Görevine Ait Araç Ve Gereçleri Suçta Kullanma (m.266)

Suçun Nitelikli Şekli

Bu suçun sadece cezayı azaltan nitelikli şekli vardır. Cezayı azaltan nitelikli şekli, 2/7/2012 tarihli 6352 sayılı yasanın 86. maddesiyle getirilmiştir. Buna göre: irtikap edilen menfaatin değeri ve mağdurun ekonomik durumu göz önünde bulundurularak cezada yarı oranında indirim yapılması hakimin takdir yetkisine bırakılmıştır.

İrtikap suçunda “mağdurun ekonomik durumu”nun kamu görevlisine verilecek cezada indirim yapılabileceğini öngörmesi “zenginden yiyen memura daha az ceza” şeklinde yorumlanmıştır.

Eskişehir Ceza Avukatı İrtikap suçu
Eskişehir Ceza Avukatı İrtikap suçu

Madde Gerekçesi

Madde metninde çeşitli şekillerde gerçekleştirilen irtikap fiilleri suç olarak tanımlanmıştır. İrtikabın varlığı için, kamu görevlisinin kişilerden kendisine veya başkasına yarar sağlaması gerekir. Ancak, bu yarar sağlama olgusu çeşitli şekillerde gerçekleşebilir. Madde metninde bu yararlanma olgusunun gerçekleştiriliş şekilleri göz önünde bulundurularak suç tanımlaması yapılmıştır.

Maddenin birinci fıkrasında icbar suretiyle irtikap suçu tamamlanmıştır. İcbar suretiyle irtikap suçunun oluşabilmesi için; kamu görevlisinin, bir başkasını kendisine veya başkasına yarar sağlamaya veya bu yolda vaatte bulunmaya icbar etmesi gerekir. Bu icbarın, yürütülen görevin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle gerçekleştirilmiş olması gerekir. Ancak, bu icbarın, yağma suçunun oluşumuna neden olan cebir veya tehdit boyu­tuna varmaması gerekir. Aksi takdirde, gerçekleşen suç, icbar suretiyle irti­kap değil, gasp suçu olur.

İcbar teşkil eden fiillerin etkisinde kalan kişi, hukuka aykırı olduğunu bilmesine rağmen, karşılaşabileceği daha ağır zararların önüne geçebilmek için, bu baskının etkisiyle, kamu görevlisinin şahsına veya gösterdiği üçüncü kişiye bir yarar sağlamaktadır.

Yarar vaadinde bulunulması halinde de, kamu görevlisinin tamamlanmış icbar suretiyle irtikap suçundan dolayı sorumlu tutulması gerekmektedir. Bu durumda aslında icbar suretiyle irtikap suçu henüz tamamlanmamıştır; ancak, izlenen suç politikası gereğince, failin tamamlanmış suçun cezası ile cezalandırılması öngörülmüştür.

Maddenin ikinci fıkrasında ikna suretiyle irtikap suçu tanımlanmıştır. İkna suretiyle irtikap suçunun oluşabilmesi için; kamu görevlisinin, hileli davranışlarla bir kimseyi kendisine veya başkasına yarar sağlamaya veya bu yolda vaatte bulunmaya ikna etmesi gerekir.

İkna suretiyle irtikap suçunu oluşturan hileli davranışların da kişinin yerine getirdiği kamu görevinin sağladığı güven kötüye kullanılmak suretiyle gerçekleştirilmesi gerekir.

İkna suretiyle irtikap suçunu oluşturan hilenin icrai veya ihmali davranışla gerçekleştirilmesi mümkündür. Bu bakımdan, hatadan yararlanmak suretiyle irtikap, ikna suretiyle irtikap suçunun sadece bir işleniş şeklinden ibarettir. Maddenin üçüncü fıkrasına göre, bu durumda ikna suretiyle irtikap suçunun cezasında indirim yapılması gerekmektedir.

Yüksek Mahkeme Kararları

Y.C.G.K. E. 2014/5-52 K. 2014/354 K.T.11.07.2014

İCBAR SURETİYLE İRTİKAP SUÇU

KAÇAK ELEKTRİK KULLANIMLARI TESPİT EDİLİP TUTANAĞA BAĞLANDIĞI HALDE TAHAKKUK ETTİRİLMEDİĞİ SUÇ DUYURUSUNDA BULUNULMADIĞI

TOPLAM 477 ADET TANZİM EDİLMİŞ FAKAT TAHAKKUKU YAPILMAMIŞ TUTANAĞIN MEVCUT OLDUĞUNUN BELİRLENDİĞİ

SANIK HAKKINDA 14 AYRI KİŞİDEN RÜŞVET ALDIĞI SABİT GÖRÜLEREK MAHKUMİYET HÜKMÜ KURULDUĞU

AYRI YÜRÜTÜLEN BİR YARGILAMADA 14 KİŞİ HAKKINDA RÜŞVET VERME SUÇUNDAN YETERLİ DELİL BULUNMADIĞINDAN BAHİSLE BERAAT KARARI VERİLDİĞİ

RÜŞVET ALMA VE RÜŞVET VERME SUÇLARINDAN HAKLARINDA KAMU DAVASI AÇILAN SANIKLARIN BİRLİKTE YARGILANMALARININ GEREKLİ OLMADIĞI

ÖZETİ: Sanık A. H. A. hakkında yürütülen yargılamada tüm deliller toplanmış ve ilk derece mahkemesince hüküm kurulması dışında yapılacak bir muhakeme işlemi kalmamış olduğundan, on dört sanık hakkında rüşvet verme suçundan açılmış kamu davasında savunmaların tespit edilmesi, delillerin toplanması ve kamu davasının sona ermesinin beklenmesi ya da davaların birleştirilerek birlikte görülmesi suretiyle sanıkların hukuki durumlarının tayin ve takdiri cihetine gidilmesi mutlak bir zorunluluk olmayıp, aksine davaların takdire bağlı olarak birleştirilmesi sanık A. H. hakkında yürütülen yargılamanın gereksiz olarak uzamasına, usul işlemlerinin tekrar edilmesi nedeniyle toplumdaki adalet duygusunun zedelenmesine de yol açacaktır. Bu nedenle, rüşvet alma ve rüşvet verme suçlarından haklarında kamu davası açılan sanıkların birlikte yargılanmaları inceleme konusu olayda gerekli olmadığından, toplanan delillere göre sanığın rüşvet alma suçundan mahkûmiyetine hükmolunması ve Özel Dairece de bu hükmün onanmasına karar verilmesi usul ve kanuna uygundur. Bu itibarla, sanığın rüşvet verme suçundan mahkumiyetine ilişkin yerel mahkeme hükmü ve bu hükmün onanmasına dair Özel Daire kararı isabetli olup, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.

Sanık A. H. A. hakkında icbar suretiyle irtikap suçundan açılan kamu davasında eylemin rüşvet almak suçunu oluşturduğu ve bu suçtan dolayı zaten açılmış bir dava bulunduğundan bahisle irtikap suçundan sanığın beraatine ilişkin, Muş Ağır Ceza Mahkemesince verilen 26.12.2008 gün ve 213-378 sayılı hükmün Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 5. Ceza Dairesince 02.12.2009 gün ve 9322-13469 sayı ile;

“… Oluşa uygun kabule göre Van Edaş Elektrik Dağıtım A.Ş. Muş Müessese Müdürlüğünde kaçak elektrik bölümünde şef olan sanığın görevi gereği kaçak kontrol ekiplerinin düzenledikleri kaçak elektrik tutanaklarına ilişkin kaçak elektrik bedellerini hesaplayıp sisteme girmediği veya emrindeki personele bunu yaptırmadığı, daha sonra tutanakların sisteme girilmemesi ve Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunulmaması karşılığında iddianamede mağdur olarak gösterilen kaçak elektrik kullanan kişilerden değişik zamanlarda ve farklı tutanaklar için para alma eylemlerinin bir suç işleme kararının icrası kapsamında işlenmediği, bu nedenle para alınan kişi sayısınca ayrı ayrı rüşvet alma suçlarını oluşturduğu gözetilmeden, diğer sanıklardan benzer iş için çıkar sağlayarak gerçekleştirdiği rüşvet eylemleriyle birlikte müteselsil tek suç kabul edilmesi,

Kabule göre de; iddianamede icbar suretiyle irtikap olarak vasıflandırılan eylemleri öteki rüşvet suçunun teselsülü kabul edilip mahkumiyet kararı verildiği halde bu eylemlerden dolayı ayrıca beraat kararı verilerek hükümde çelişki yaratılması…”,

İsabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.

Yerel mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda 24.03.2010 gün ve 38-72 sayı ile; sanığın rüşvet alma suçundan 14 kez 5237 sayılı TCK’nın 252/1, 62, 53 ve 63. maddeleri gereğince 3 yıl 4 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve mahsuba karar verilmiştir.

Hükmün sanık müdafi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 5. Ceza Dairesince 14.03.2011 gün ve 11917-1960 sayı ile;

“… CMK’nın 232/2-b maddesine aykırı olarak katılan ve vekilinin hükmün başında gösterilmemesi mahallinde ilavesi olanaklı yazım hatası kabul edildiğinden, suçların 5237 sayılı TCK’nın 53/1-a maddesindeki yetkinin kötüye kullanılması suretiyle işlenmesine rağmen sanık hakkında aynı kanunun 53/5. madde ve fıkrası gereğince cezanın infazından sonra başlamak üzere, hükmolunan cezanın yarısından bir katına kadar bu hak ve yetkinin kullanılmasının yasaklanmasına karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi ise karşı temyiz bulunmadığından bozma nedeni yapılmamıştır.

Bozmaya uyularak gereği yerine getirilmek delilleri takdir ve gerekçeleri gösterilmek suretiyle kurulan hükümler usul ve kanuna uygun olduğundan yerinde görülmeyen sanık müdafin temyiz itirazlarının reddiyle hükümlerin onanmasına…”,

Karar verilmiştir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 30.11.2012 gün ve 285459 sayı ile;

“… 1- Sanık A. H. A. hakkında 14 ayrı mağdura yönelik ‘icbar suretiyle irtikap’ suçundan açılan kamu davasının Muş Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılaması sonunda; sanığın eylemlerinin ‘rüşvet alma’ suçunu oluşturduğunun kabulü ile, 24.03.2010 gün, 2010/38 esas ve 2010/72 karar sayılı hükmü ile, sanığın 14 ayrı kişiden rüşvet aldığından dolayı eylemine uyan 5237 sayılı TCK’nın 252/1, 62/1, 53/1-2-3. maddeleri uyarınca neticeten ayrı ayrı 14 kez, 3 yıl 4 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Sanık A. H.’ın üzerine atılı eylem ‘rüşvet alma’ suçuna dönüştüğünden mağdur konumunda olan kişiler ‘rüşvet verme’ suçunun sanığı durumuna düştüklerinden bu kişiler hakkında rüşvet vermek suçundan dolayı suç duyurusunda bulunulmuş ve bu kararla birlikte; sanık A. H.’a rüşvet verme suçunu işleyen H. T., M. T., N. K., M. R. Ç., M. B. E., S. S., M. H. Ç., V. E., B. G., İ. M., M. T., M. Ş. Y., M. B., M. Ş. A. hakkında ‘rüşvet verme” suçundan Muş Ağır Ceza Mahkemesine 2010/276 esas sayılı kamu davası açılmıştır.

Rüşvet suçu karşılama suçlardan olup, iki taraflı işlenebilen suçlardandır. Rüşvet suçunun bir tarafında rüşvet veren kişi ve diğer tarafta ise rüşvet alan kişinin bulunması gerekir. Rüşvet suçunun en önemli unsuru rüşvet sözleşmesidir. Rüşvet anlaşmasından maksat, kamu görevlisinin görevine giren bir işin ifası ile ilgili olarak belirli bir işin yapılması veya yapılmaması karşılığında tarafların kamu görevlisine bir menfaat sağlaması konusunda, kamu görevlisiyle rüşvet veren arasında serbest iradeleri ile rızalarının uyuşmuş olmasıdır. Suçun tarafı konumunda olan rüşvet alan ve rüşvet veren kişilerin üzerine atılı suçun oluşup oluşmadığı veya teşebbüs aşamasında kalıp kalmadığı hususları rüşvet sözleşmesine bakılarak değerlendirilir. Rüşvet suçunda karşılıklı iki taraf olmakla birlikte, suçun konusunu oluşturan rüşvet sözleşmesi tek olduğundan, taraflar hakkında yargılamanın tek dava üzerinden yürütülmesi bir çok bakımdan zorunluluk arz etmektedir. Aynı somut olaya bağlı olarak yapılan rüşvet sözleşmesine dayanılarak rüşvet veren sanıklar yönünden ayrı ve rüşvet alan sanıklar ayrı kamu davası açılması ve karara bağlanması hukuka aykırı sonuçlar doğuracağı gibi hukuka ve adalete olan güveni sarsıcı kararların ortaya çıkmasına da sebebiyet verecektir.

Nitekim, itiraz konusu olayda, aynı rüşvet sözleşmelerine bağlı olarak hakkında yargılama yapılan rüşvet alan sanık mahkum olurken, rüşvet veren sanıklar beraat etmişlerdir. Rüşvet veren sanıklar yönünden verilen beraat kararı sehven kesinleşmiş gibi gözükse de, 3628 sayılı Yasanın 17. maddesi uyarınca bu davanın Maliye Bakanlığı Başhukuk Müşavirliğine ve Muhakemat Genel Müdürlüğüne ihbar edilmesi gerektiğinden karar henüz kesinleşmemiştir.

Bu bağlamda; aynı rüşvet sözleşmesinin tarafları olan rüşvet alan ve veren sanıkların davalarının CMK’nın 8 ve 10. maddeleri uyarınca birleştirilmesi ve delillerin birlikte değerlendirilerek tüm sanıklar yönünden aynı yönde karar verilmesi gerekmektedir…”,

Görüşüyle itiraz kanun yoluna müracaat ederek, Özel Daire onama kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

CMK’nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 5. Ceza Dairesi tarafından 28.03.2013 gün ve 14521-2415 sayı ile, itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:

KARAR : Sanıklar H. A., M. A. A. ve F. B. hakkında kurulan beraat ve sanık A. Ç. hakkında kurulan mahkûmiyet hükmü temyiz edilmeksizin,

Sanıklar F. G., T. A., Ş. B., A. Ç., F. Ç., M. E. S., H. A., B. D., A. K., Y. A., E. G. hakkında rüşvet verme, sanık A. H. A. hakkında rüşvet alma suçundan kurulan mahkumiyet hükümleri Özel Dairece onanmak suretiyle,

Kesinleşmiş olup, inceleme sanık A. H. A. hakkında icbar suretiyle irtikap suçundan açılan kamu davasının yargılaması sonucunda rüşvet alma suçundan kurulan hükümlerle sınırlı olarak yapılmıştır.

Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Yargıtay Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanık A. H. hakkında icbar suretiyle irtikap suçundan açılan kamu davasında eylemin rüşvet alma suçunu oluşturduğu kabul edilerek yapılan yargılamanın, rüşvet verme suçundan haklarında suç duyurusunda bulunulan ve iddianamede irtikap suçunun mağdurları olarak gösterilen kişiler hakkındaki rüşvet verme suçundan yürütülen yargılama ile birlikte görülmesinin gerekip gerekmediğinin belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya kapsamından;

Sanık A. H. A.’ın Van Edaş Elektrik Dağıtım A.Ş. Muş Müessese Müdürlüğünde kaçak kontrol şefi olarak görev yaptığı, müşteki R. A.’ın şikayeti ve kolluk görevlileri ile işbirliği neticesinde sanığın müştekiden aldığı seri numarası önceden tespit edilmiş para ile yakalanması üzerine kurumda yapılan incelemede, Muş il, ilçe ve köylerinde kaçak elektrik kullanımları tespit edilip tutanağa bağlandığı halde tahakkuk ettirilmediği, suç duyurusunda bulunulmadığı ve toplam 477 adet tanzim edilmiş fakat tahakkuku yapılmamış tutanağın mevcut olduğunun belirlendiği,

Ödeme için kuruma çağrılan ilgililerin bir kısmının daha önce sanığa ödeme yaptıklarını belirttikleri, “dosya kapansın”, “Cumhuriyet Savcılığına gönderilmesin”, “cezai takip yapılmasın” diye ödeme yaptıklarını belirten bu kişilerle ilgili olarak rüşvet verme suçundan, sanık A. H. hakkında da rüşvet alma suçundan kamu davası açıldığı,

Bir kısım ilgililerin ise kaçak elektrik cezasını ödeme niyetiyle sanığa para verdiklerini belirtmeleri üzerine bu kişilere yönelik eylem nedeniyle sanık hakkında ayrıca icbar suretiyle irtikap suçundan 5237 sayılı TCK’nın 250 ve 43. maddeleri uyarınca kamu davası açıldığı,

Yerel mahkemece irtikap suçunu oluşturduğu iddia edilen eylemlerin rüşvet alma suç tipine uyduğu ve bu suçtan dolayı zaten açılmış bir dava bulunduğundan irtikap suçlarından dolayı sanığın beraatine, rüşvet alma suçundan ise TCK’nın 252/1 ve 43/1. maddeleri uyarınca 9 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, haklarındaki hüküm inceleme kapsamında olmayan sanıklar F. G., T. A., Ş. B., A. Ç., F. Ç., M. E. S., H. A., B. D., A. K., Y. A., E. G. ve A. Ç.’ın rüşvet verme suçundan TCK’nın 252/1 ve 62. maddeleri uyarınca 3 yıl 4 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına, irtikap suçunun mağduru oldukları iddia edilen H. T., M. Ş. A., V. E., N. G., M. Ş. Y., M. T., İ. M., M. H. Ç., S. S., M. T., M. B. E., M. R. Ç., N. K. ve M. B. hakkında rüşvet verme suçundan suç duyurusunda bulunulmasına karar verildiği,

Sanıklar müdafi ve Cumhuriyet savcısının temyizi üzerine Özel Dairece rüşvet verme ve rüşvet alma suçlarından kurulan mahkumiyet hükümlerinin onanmasına karar verildiği, sanık A. H. hakkında icbar suretiyle irtikap suçundan verilen beraat hükmünün de, eylemin para alınan her bir kişi ile ilgili olarak ayrı ayrı rüşvet alma suçunu oluşturduğundan bahisle bozulmasına karar verildiği,

Yerel mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda sanığın rüşvet almak suçundan 14 kez TCK’nın 252/1 ve 62. maddeleri gereğince 3 yıl 4 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği, bu hükmün sanık müdafi tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 5. Ceza Dairesince onanmasına karar verildiği,

İddianamede irtikap suçunun mağdurları olarak gösterilen ve ilk hükümle birlikte haklarında rüşvet verme suçundan suç duyurusunda bulunulan H. T., M. Ş. A., V. E., N. G., M. Ş. Y., M. T., İ. M., M. H. Ç., S. S., M. T., M. B. E., M. R. Ç., N. K. ve M. B. hakkında rüşvet verme suçundan kamu davası açıldığı, Muş Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda 02.02.2011 gün ve 276-25 sayı ile sanıklar hakkında yeterli delil bulunmadığından bahisle beraat kararı verildiği ve temyiz edilmediğinden bahisle hükmün 04.03.2011 tarihinde kesinleştirildiği, fakat söz konusu davanın Maliye Hazinesine ihbar edilmemesi nedeniyle kesinleştirilmesinin usulüne uygun olmadığı,

Anlaşılmaktadır.

Uyuşmazlığa konu olayda rüşvet alma ve rüşvet verme suçlarının faillerinin yargılamalarının birlikte görülmesinin mutlak zorunluluk arz edip arz etmediği hususu çözüme kavuşturulacak olduğundan, ayrı ayrı görülmesi durumunda hukuka aykırı bir yön bulunup bulunmayacağının öncelikle Ceza Muhakemesi Kanununun ilgili hükümleri incelenerek değerlendirilmesinde yarar bulunmaktadır.

5271 sayılı CMK’nın “Bağlantı kavramı” başlıklı 8. maddesinde; ” ( 1 ) Bir kişi, birden fazla suçtan sanık olur veya bir suçta her ne sıfatla olursa olsun birden fazla sanık bulunursa bağlantı var sayılır.

( 2 ) Suçun işlenmesinden sonra suçluyu kayırma, suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme fiilleri de bağlantılı suç sayılır”,

“Davaların birleştirilerek açılması” başlıklı 9. maddesinde; “Bağlantılı suçlardan her biri değişik mahkemelerin görevine giriyorsa, bunlar hakkında birleştirilmek suretiyle yüksek görevli mahkemede dava açılabilir”,

“Görülmekte olan davaların birleştirilmesi ve ayrılması” başlıklı 10. maddesinde; ” ( 1 ) Kovuşturma evresinin her aşamasında, bağlantılı ceza davalarının birleştirilmesine veya ayrılmasına yüksek görevli mahkemece karar verilebilir.

( 2 ) Birleştirilen davalarda, bu davaları gören mahkemenin tabi olduğu yargılama usulü uygulanır.

( 3 ) İşin esasına girdikten sonra ayrılan davalara aynı mahkemede devam olunur”,

“Geniş bağlantı sebebiyle birleştirme” başlıklı 11. maddesinde; “Mahkeme, bakmakta olduğu birden çok dava arasında bağlantı görürse, bu bağlantı 8 inci maddede gösterilen türden olmasa bile, birlikte bakmak ve hükme bağlamak üzere bu davaların birleştirilmesine karar verebilir”,

Şeklinde düzenlemelere yer verilmiştir.

Buna göre, CMK’nın 8. maddesinin birinci fıkrasında; bir kişinin birden fazla suçtan sanık olması veya bir suçta birden fazla sanık bulunması şeklinde dar bağlantı tanımlanmış, maddenin ikinci fıkrasında da, suçun işlenmesinden sonra suçluyu kayırma, suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme fiillerinin de bağlantılı suç sayılacağı belirtilerek, bu halde de fiiller arasında bağlantının varlığı kabul edilmiştir. Kanunun 11. maddesinde ise geniş bağlantı tanımlanmıştır. Bu hüküm uyarınca, yapılan yargılamada mahkemece bakılmakta olan birden fazla dava arasında bağlantının saptanması halinde, bu bağlantı 8. maddede gösterilen türden olmasa dahi, yargılamanın birlikte yapılarak hükme bağlanması için davaların birleştirilmesine karar verilebilecekir. Maddede, ne tür bağlantıların bu kapsamda değerlendirileceği yönünde bir sınırlandırmaya yer verilmemiş, yalnızca mahkemenin bakmakta olduğu birden çok davada bağlantı görmesi yeterli kabul edilmiştir. Bu hükmün amacı, görülmekte olan uyuşmazlıkların birlikte yargılanmasında ve karara bağlanmasında yarar bulunmasıdır. Bu şekilde tüm delillerin birlikte değerlendirilerek, daha adil bir kararın verilmesi ve verilecek hükümlerde muhtemel değerlendirme hatalarının engellenmesi hedeflenmiştir.

Görüldüğü gibi, ceza muhakemesinde genel kural, açılan her dava üzerine ayrı bir yargılamanın yapılmasıdır. Ancak, uyuşmazlıklar arasında bağlantı olduğu zaman, bağlantının özelliği gereği bu kuraldan ayrılınabilmektedir. Bağlantılı davalar ayrı ayrı görülebileceği gibi, birleştirilerek de görülebilecek olup, istisnai hallerden biri olan yargılamaların birleştirilmesine kararı verilebilmesi için;

1- Davalar arasında bağlantı olmalı,

2- Davaların birleştirilmesinde yarar görülmeli,

3- Birleştirme yasağı söz konusu olmamalıdır.

Kanun koyucu, açılan her dava üzerine ayrı yargılama yapılmasını kural olarak benimseyip istisnai durumlarda davaların birleştirilebileceğini hüküm altına alırken, birleştirmede fayda bulunup bulunmadığının her olayda araştırılmasını yargılamayı yürüten hakime bırakmış, istisnaen de, yargılamaların birleştirilip birleştirilmeyeceğini kendisi tayin etmiştir. Örneğin 4483 sayılı Kanunun 10. maddesinde yer alan; “Bu kanun kapsamındaki suçların iştirak halinde işlenmesi durumunda memur olmayan, memur olanla; ast memur üst memur ile aynı mahkemede yargılanır” şeklindeki hükümle birleştirme zorunluluğu vurgulanırken, 4926 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanununun 30/2. maddesi uyarınca sanıkların yargılama sırasında başka suçları olduğu anlaşılsa dahi davaların birleştirilerek görülemeyeceği, benzer şekilde 2004 sayılı İcra İflas Kanunun 346/1. maddesi uyarınca İcra Tetkik Mercinin yetkisine giren ceza davalarının diğer davalarla birleştirilemeyeceği hüküm altına alınmıştır.

Birleştirme zorunluluğu ya da birleştirme yasağının söz konusu olmadığı diğer durumlarda, mahkemelerce görülmekte olan davalar arasında bağlantı olduğu tespit edildiğinde bu davalar birleştirilebilecektir. Fakat birleştirme zorunlu olmayıp tamamen mahkemenin takdirine bırakılmıştır.

Diğer taraftan uyuşmazlığa konu rüşvet suçu, 5237 sayılı TCK’nın suç tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan 252. maddesinde; ” ( 1 ) Rüşvet alan kamu görevlisi, dört yıldan on iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Rüşvet veren kişi de kamu görevlisi gibi cezalandırılır. Rüşvet konusunda anlaşmaya varılması halinde, suç tamamlanmış gibi cezaya hükmolunur.

( 2 ) Rüşvet alan veya bu konuda anlaşmaya varan kişinin, yargı görevi yapan, hakem, bilirkişi, noter veya yeminli mali müşavir olması halinde, birinci fıkraya göre verilecek ceza üçte birden yarısına kadar artırılır.

( 3 ) Rüşvet, bir kamu görevlisinin, görevinin gereklerine aykırı olarak bir işi yapması veya yapmaması için kişiyle vardığı anlaşma çerçevesinde bir yarar sağlamasıdır.

( 4 ) Birinci fıkra hükmü, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, kamu kurum veya kuruluşlarının ya da kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının iştirakiyle kurulmuş şirketler, bunların bünyesinde faaliyet icra eden vakıflar, kamu yararına çalışan dernekler, kooperatifler ya da halka açık anonim şirketlerle hukuki ilişki tesisinde veya tesis edilmiş hukuki ilişkinin devamı sürecinde, bu tüzel kişiler adına hareket eden kişilere görevinin gereklerine aykırı olarak yarar sağlanması halinde de uygulanır.

( 5 ) Yabancı bir ülkede seçilmiş veya atanmış olan, yasama veya idari veya adli bir görevi yürüten kamu kurum veya kuruluşlarının, yapılanma şekli ve görev alanı ne olursa olsun, devletler, hükümetler veya diğer uluslararası kamusal örgütler tarafından kurulan uluslararası örgütlerin görevlilerine veya aynı ülkede uluslararası nitelikte görevleri yerine getirenlere, uluslararası ticari işlemler nedeniyle, bir işin yapılması veya yapılmaması veya haksız bir yararın elde edilmesi veya muhafazası amacıyla, doğrudan veya dolaylı olarak yarar teklif veya vaat edilmesi veya verilmesi de rüşvet sayılır” şeklinde düzenlenmiş olup, maddenin 3. fıkrasında bir kamu görevlisinin, görevinin gereklerine aykırı olarak bir işi yapması veya yapmaması için kişiyle vardığı anlaşma çerçevesinde bir yarar sağlaması şeklinde rüşvet tanımı yapılmıştır.

02.07.2012 gün ve 6352 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikten sonra 252. madde; “ ( 1 ) Görevinin ifasıyla ilgili bir işi yapması veya yapmaması için, doğrudan veya aracılar vasıtasıyla, bir kamu görevlisine veya göstereceği bir başka kişiye menfaat sağlayan kişi, dört yıldan on iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

( 2 ) Görevinin ifasıyla ilgili bir işi yapması veya yapmaması için, doğrudan veya aracılar vasıtasıyla, kendisine veya göstereceği bir başka kişiye menfaat sağlayan kamu görevlisi de birinci fıkrada belirtilen ceza ile cezalandırılır.

( 3 ) Rüşvet konusunda anlaşmaya varılması halinde, suç tamamlanmış gibi cezaya hükmolunur.

( 4 ) Kamu görevlisinin rüşvet talebinde bulunması ve fakat bunun kişi tarafından kabul edilmemesi ya da kişinin kamu görevlisine menfaat temini konusunda teklif veya vaatte bulunması ve fakat bunun kamu görevlisi tarafından kabul edilmemesi hallerinde fail hakkında, birinci ve ikinci fıkra hükümlerine göre verilecek ceza yarı oranında indirilir…” şekline dönüşmüştür.

Rüşvet suçu, öğretide de açıkça vurgulandığı üzere iki taraflı bir karşılaşma suçu olduğu için, zorunlu olarak suçun işlenişine katılanlar, aynı amacın gerçekleşmesini hedeflemekte, fakat farklı yönlerden hareket etmektedirler. Bu suç ile yasaklanan eylemler, rüşvet alan kamu görevlisi bakımından rüşvet alma, rüşveti veren fail bakımından ise, rüşvet vermedir. Bu nedenle de yararı sağlayan veya bu yolda anlaşmaya varan ( vaatde bulunan ) kişi ile kamu görevlisi arasında, serbest iradeye dayalı bir “rüşvet anlaşması” bulunmaktadır. ( Mehmet Emin Artuk – Ahmet Gökcen – A. Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Özel Hükümler, Adalet Yayınevi, Ankara, 2012, 12. Bası, s.699 vd.; Durmuş Tezcan – Mustafa Ruhan Erdem – Murat Önok, Teorik ve Pratik Ceza Özel Hukuku, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 8. Bası. s.810 vd. )

Gerek Ceza Genel Kurulunun ve Özel Dairenin yerleşmiş kararlarında, gerekse öğretide ağırlıklı bir görüş olarak kabul gördüğü üzere, kamu görevlisinin görev alanına giren bir işin yapılması veya yapılmaması karşılığında, fertle arasında, haksız yararın sağlanması hususunda rızalarının tam olarak uyuşması ile rüşvet anlaşması gerçekleşmiş olur. Teklif veya önerinin fert veya kamu görevlisinden gelmesinin önemi bulunmamakla birlikte, rüşvet veren ve alanın aynı amacın gerçekleştirilmesine yönelik olarak, kamu görevlisi tarafından ferde veya fert tarafından kamu görevlisine doğrudan veya örtülü bir istek veya önerinin yapılması ve bunun da karşı tarafça kabul edilmesi gerekir. Böyle bir anlaşmanın varlığının kabulü için, anlaşmaya ilişkin rızalar özgür irade ürünü olmalı, başka deyişle, cebir, tehdit, hile ve sair nedenlerle fesada uğratılmamış bulunmalıdır.

Görüldüğü gibi çift taraflı bir karşılaşma suçu olan rüşvette, alanın ve verenin hukuki konumları birbirinden farklıdır. Rüşvet alanın mutlaka kamu görevlisi olması gerekmekte olup bu haliyle rüşvet alma suçu özgü suç niteliğindedir. Rüşvet verenin ise kamu görevlisi olması şart olmayıp, herkes bu suçun faili olabilecektir. Dolayısıyla kural olarak hukuki konumları farklı olan kişilerin aynı olayın tarafları olması durumunda yargılamalarının irtibat nedeniyle birleştirilerek birlikte görülmesi, maddi gerçeğin ortaya çıkartılması, usul ekonomisi ve hukuki güvenlik açısından önem arz etmektedir. Fakat davaların birleştirilmesi hususu, muhakemenin hızlı ve basit bir şekilde sürdürülmesi, muhakeme işlemlerinde gereksiz tekrarların önlenmesi ve bir an evvel maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasının sağlanmasına yönelik olarak benimsenmiş bir kurum olup, Anayasamızın 141. maddesindeki “davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması” ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde belirtilen davaların makul sürede görülmesi ilkeleri gözetildiğinde davaların uzatılması için bir sebep olmamalıdır.

Rüşvet alma ve rüşvet verme eylemleri nedeniyle ilgililer hakkında kamu davalarının farklı zamanlarda açılması ve yargılama safahatlarının farklı durumlarda bulunması halinde birlikte görülmelerinin zorunlu olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.

Kural olarak rüşvet alma ve rüşvet verme suçlarına ilişkin davaların aynı anda açılmış olması ya da yargılama safahatlarının birbirlerine yakın olması durumunda birleştirme kararı verilerek yargılamaların birlikte görülmesinde yarar bulunmaktadır. Ancak kanuni bir zorunluluk olmayan bu kuraldan ayrılmayı gerektirebilecek haklı nedenler ortaya çıkabilmektedir. Örneğin; rüşvet alan failin yakalanıp yargılamasının yapılmasına rağmen rüşvet verenin yakalanıp yargılanamadığı durumlarda, rüşvet alan açısından davanın sonuçlandırılmasında bir sakınca bulunmamaktadır. Aynı şekilde rüşvet alan yönünden 5271 sayılı CMK’nın 231/5. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi durumunda rüşvet veren fail açısından bu kararın bir bağlayıcılığı söz konusu olmayacaktır. Hatta rüşvet verdiği iddia olunan fail hakkında verilen beraat hükmü kesinleşmiş olsa dahi, bu karar rüşvet alan fail yönünden mutlak bağlayıcı bir nitelik taşımayacaktır.

Kaldı ki, rüşvet alma ve rüşvet verme suçlarına ilişkin yargılamalarının birlikte görülmesini her durumda mutlak biçimde aramak, davaların uzamasına neden olacağı ve makul sürede sonuçlanmasını engelleyeceği gibi hakkında hüküm verilmesi dışında yapılacak bir muhakeme işlemi bulunmayan kişilerle ilgili davaların zaman aşımına uğramasına, bozulan kamu düzeninin kısmen de olsa düzeltilmesi imkanının kaybedilmesine ve dolayısıyla da toplumdaki hak ve adalet duygularının zedelenmesine de yol açacaktır.

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

Van Edaş Elektrik Dağıtım A.Ş. Muş Müessese Müdürlüğünde kaçak kontrol şefi olarak görev yapan sanık hakkında on dört kişiden rüşvet alma eylemleri nedeniyle 25.06.2008 günü kamu davası açılmasına karşın, rüşvet verme suçundan on dört sanık hakkında yerel mahkemece suç duyurusunda bulunulması sonucunda 05.08.2010 günü kamu davası açılmış olup, her iki davanın yargılama safahatlarının farklı olduğu görülmektedir.

Sanık A. H. A. hakkında yürütülen yargılamada tüm deliller toplanmış ve ilk derece mahkemesince hüküm kurulması dışında yapılacak bir muhakeme işlemi kalmamış olduğundan, on dört sanık hakkında rüşvet verme suçundan açılmış kamu davasında savunmaların tespit edilmesi, delillerin toplanması ve kamu davasının sona ermesinin beklenmesi ya da davaların birleştirilerek birlikte görülmesi suretiyle sanıkların hukuki durumlarının tayin ve takdiri cihetine gidilmesi mutlak bir zorunluluk olmayıp, aksine davaların takdire bağlı olarak birleştirilmesi sanık A. H. hakkında yürütülen yargılamanın gereksiz olarak uzamasına, usul işlemlerinin tekrar edilmesi nedeniyle toplumdaki adalet duygusunun zedelenmesine de yol açacaktır. Bu nedenle, rüşvet alma ve rüşvet verme suçlarından haklarında kamu davası açılan sanıkların birlikte yargılanmaları inceleme konusu olayda gerekli olmadığından, toplanan delillere göre sanığın rüşvet alma suçundan mahkumiyetine hükmolunması ve Özel Dairece de bu hükmün onanmasına karar verilmesi usul ve kanuna uygundur.

Bu itibarla, sanığın rüşvet verme suçundan mahkumiyetine ilişkin yerel mahkeme hükmü ve bu hükmün onanmasına dair Özel Daire kararı isabetli olup, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Başkanı A. İlhan; “5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunun birinci kitap birinci kısım ‘bağlantılı davalar’ başlıklı üçüncü bölümde yer alan 8, 9, 10 ve 11. maddeleri uyarınca davaların birleştirilmesi hususu muhakemenin hızlı bir şekilde sürdürülmesi amacının yanında maddi gerçeğin tüm failler yönüyle bir an önce ortaya çıkarılmasının sağlanmasına yönelik olup, aynı olayın tarafları olan faillerle ilgili birbirleriyle çelişki oluşturacak kararların verilmesi kamu vicdanını, hak ve adalet duygularını incitecektir.

İnceleme konusu olayda, sanık hakkında 14 ayrı kişiden rüşvet aldığı sabit görülerek mahkûmiyet hükmü kurulurken, ayrı yürütülen bir yargılamada 14 kişi hakkında rüşvet verme suçundan yeterli delil bulunmadığından bahisle beraat kararı verilmiştir. İki taraflı bir suç olan rüşvette, alanın eylemi sabit görülerek ayrı ayrı 14 kez 3 yıl 4 ay hapis cezası ile mahkumiyet kararı verilmesine karşın, verenler açısından yeterli delil bulunmadığı kabul edilerek bir çelişki oluşturulmuştur. Gerçeğin ortaya çıkarılarak suç nitelendirilmesinin de isabetli şekilde yapılabilmesi için yargılamaların birlikte görülerek delillerin bir bütünlük içinde değerlendirilmesi zorunlu hale gelmiştir.

Bu itibarla, Yüksek Daire onama kararı isabetsiz olup itirazın kabulüne, onama kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün; ‘rüşvet verdiği iddia edilen 14 kişi hakkındaki yargılama sonucunun araştırılması, kesinleşmiş ise dosya kapsamına alınması, kesinleşmemiş ise davaların birleştirilmesi hususu düşünülüp deliller birlikte değerlendirilerek sanıkların hukuki durumunun tayin ve takdir edilmesi gerektiğinin gözetilmemesi’ isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir ” düşüncesiyle,

Çoğunluk görüşüne katılmayan beş Genel Kurul Üyesi de, benzer düşüncelerle itirazın kabulüne karar verilmesi gerektiği yönünde karşı oy kullanmışlardır.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;

1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,

2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİNE, 11.07.2014 tarihinde yapılan müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.

İkna Suretiyle

Y.5.C.D. E. 1979/4260 K. 1980/644 K.T. 27.02.1980

İRTİKAP SUÇU

5237 s. TCK/250

DAVA: Kemik Hastalıkları Hastahane’sinde doktor olarak görev yaptığı sırada Salih’ten ikna yoluyla irtikapta bulunmaktan sanık R.’nin yapılan yargılaması sonunda TCK.’nın 210/1-son, 59 ve 227/son. maddeleri gereğince 1 yıl 8 ay ağır hapis cezasıyla mahkumiyetine müebbeten memuriyetten mahrumiyetine dair (……..) 2. ağır ceza mahkemesinden verilen 04.10.1979 gün ve 1978/377 Esas, 1979/316 Karar sayılı hükmün süresi içinde Duruşmalı olarak Yargıtay’ca incelenmesi Sanık tarafından istenilmiş ve şartı yerine getirilmiş olduğundan dava evrakı c. başsavcılığı’ndan tebliğname ile daireye gönderilmekle,

Belli günde oturum açıldı; dava evrakı incelenip gereği görüşülmüş olduğundan aşağıda yazııl karar ittihaz olundu:

KARAR: Yapılan duruşmaya, toplanan ve karar yerinde tartışılıp, kabul ediliş nedenleri açıklanan kanıtların niteliğine ve gerekçeye göre sanık ile vekilinin eylemin oluşmasına ait itirazları ile duruşmalı inceleme sırasındaki savunmalarının ve tebliğname de ki aynı hususa değinen düşüncenin reddine,

Ancak:

Kolunun kırılması nedeniyle ızdırap içerisinde bulunan şikayetçi Salih (…..) İlçesindeki doktorların tavsiyelerine uyarak muayene ve tedavi için Kemik hastanesine başvurduğunda nöbetçi olan Operatör Doktor sanığın, kendisine kolunu ameliyatla düzelebileceğini, fakat 3500 lira vermesi gerektiğini söylediği, sonuçta 3.000 liraya anlaştıkları ve parayı alan sanığın, mağduru ameliyat etmek üzere hastaneye yatırdığı 3 gün sonra da salah bulduğunu söyleyerek taburcu ettiği, sancılarının devam etmesi nedeniyle bir süre sonra çektirilen röntgen filmleri incelendiğinde şikayetçinin kırık olan koluna herhangi bir ameliyatın yapılmadığının belirlenmesi üzerine işin resmi mercilere intikal ettirildiği anlaşılmış, mahkemece de olay bu şekilde kabul edilmesine rağmen eylem ikna suretiyle irtikap olarak nitelendirilmiş ve buna göre mahkumiyet hükmü kurulmuştur.

TCK.’nın 209. maddesinde tanımlanan cebri irtikap suçu memurun memuriyet sıfatını veya memuriyet görevini kötüye kulanmak suretiyle ferdi tazyik etmek veya memuriyet görevini kötüye kullanmak suretiyle ferdi tazyik etmek ve bu baskı sonucu ferdin de, memurun haksız işlemlerini önlemek zorunda kalarak ona veya başkasına menfaat temin veya vaat etmesi ile oluşur. Burada müteaddi durumda olan memurdur. Fert mağdur vaziyette olup onun rızası yoktur. Memur nüfuz ve kudretini aleyhine kullanacağını bildirmek veya ihsas etmek, onu zımnen korkutmak suretiyle, haksız işlerden kendisini kurtarmak zorunda bıraktığı fertten, haksız menfaat temin eder. Ayrıca fail tarafından istenen paranın haksız ve gayrimeşru olduğunu mağdur bilmektedir.

TCK’nın 210. maddesinde tanımlanan ikna suretiyle irtikap suçu; yasal olarak ödenmesi gerekmeyen paranın ödenmesi lüzumuna memurun memuriyet sıfat ve görevini kötüye kullanarak ferdi ikna etmesi ile oluşur. Fert ödediği paranın meşru olmadığını bilmez. Memur yalan beyanları ile kendisini kandırmış, inandırmıştır. Mağdurun rızası memur tarafından aldatılmak suretiyle elde edilmiş ve ödemenin gerektiği hususunda, ikna edilmiştir. Kamu davasını oluşturan olayımızda ise; şikayetçi ameliyat için ödediği 3000 liranın gerçekte haksız olarak alındığını bilmekte ve fakat ameliyatla iyileşeceğine sanık tarafından inandırılmış olduğundan operasyonun yapılmaması ve gecikmesi ve böylece sıhhati bakımından muzdarip bir halde bırakılması olasılığının verdiği korku içerisinde bulunmaktadır. sanık onun bu durumundan ve acil ameliyat zaruretinden faydalanmak suretiyle ameliyat yapmak için mağdurdan 3000 lira almış ve bu suretle onu bu şekilde para vermeye (manen icbar) etmiştir.

Yukarıdaki tüm açıklamalar karşısında; devlet hastahanesinde devlet memuru olan sanığın memuriyet görevini kötüye kullanmak ve suç mağdurun acil ameliyat zaruretinden faydalanmak suretiyle onu manen icbar etmiş ve kasdettiği irtikap suçunu işlemiş bulunduğu ve mağdurun bu paranın haksız olarak istendiğini bildirdiği ve böylece eylemde cebri irtikap suçunun tüm ögelerinin oluştuğu gözetilmeyerek TCK.’nun 209. maddesi yerine aynı kanunun 210. maddesi ile hüküm kurulması,

SONUÇ: Yasaya aykırı ve temyiz itirazları ile müdafinin duruşmalı inceleme sırasındaki savunmaları bu itibarla yerinde görüldüğünden hükmün ceza miktarı itibarıyla kazanılmış hak saklı kalmak üzere (BOZULMASINA), bozmada oy birliği, sebebinde oy çokluğuyla karar verilerek Yargıtay C. Başsavcı Yardımcılarının Necati Apaydın hazır olduğu halde sanık vekilinin yokluğunda tefhim olundu.

KARŞI OY YAZISI

Olay günü omuzundaki kırık ve çıkık şikayeti ile Kemik hastanesine başvuran mağdurdan hastanede yapılan tedavi veya herhangi bir müdahale nedeniyle para almaması gereken nöbetçi Tabip Operatör Doktor R.’nin mağdurdan 3.000 – lira istediği ve mağdurun da, bu parayı tamamen rızasıyla verdiği anlaşılmıştır.

Sanığın, parayı vermediği takdirde, ameliyat yapmayacağını veya herhangi bir müdahalede bulunmayacağını söylemek suretiyle mağduru manevi baskı altına aldığı hakkında hiçbir delil ve hatta iddia mevcut bulunmadığına göre, yukarıda izah olunan fiil TCK’nın 240. maddesine uygun memuriyet görevini kötüye kullanmak niteliğindedir.

Bu itibarla, eylemin, cebri irtikap suçunu oluşturduğuna ilişkin çoğunluk görüşüne karşıyız.

Eskişehir Avukat Mahmut Rasul Uyanık bu suçun şüphelisi veya sanığı konumunda olan müvekkillerine özenle ve profesyonellikten taviz vermeden Eskişehir Ceza Avukatı olarak müdafilik hizmeti verdiği gibi bu suçun mağduru veya suçtan zarar göreni konumunda olan müvekkillerini de mahkemede Eskişehir Ceza Avukatı olarak özveriyle temsil etmekte ve haklarını savunmaktadır.

Eskişehir Avukat Mahmut Rasul Uyanık saygıyla sunar.

Avukat Mahmut Rasul UYANIK ile İletişime Geçin!