Evliliğin iptali davası ve şartları Türk Medeni Kanunu madde 145-160 arasında düzenlenmiştir.
Evliliğin iptali ve boşanma arasında ki fark, evliliğin iptalinde evlilik geçersiz olur, boşanmada davasında ise geçerli olan bir evliliğin boşanma kararı ile sona ermesi söz konusudur.
Evliliğin iptali sebepleri kanunda tahdidi (sınırlı sayıda) olarak sayılmıştır. Buna göre evliliğin iptali, mutlak butlan ve nisbi butlan hükümlerine göre dava edilebilecektir.
Evliliğin İptali Davasında Mutlak Butlan Sebepleri
TMK m. 145 uyarınca aşağıdaki durumlarda evlilik mutlak butlanla sakattır. Evliliğin iptali davası cumhuriyet savcısı, ilgililer ve eşler tarafından mutlak butlan sebeplerine dayalı olarak açılabilir.
- Eşlerden birinin evlenme sırasında evli bulunması,
- Eşlerden birinin evlenme sırasında sürekli bir sebeple ayırt etme gücünden yoksun bulunması,
- Eşlerden birinde evlenmeye engel olacak derecede akıl hastalığı bulunması,
- Eşler arasında evlenmeye engel olacak derecede hısımlığın bulunması.
Evliliğin İptali Davasında Nisbi Butlan Sebepleri
Nisbi butlan sebepleri Türk Medeni Kanununda yine tahdidi yani sınırlı sayıda sayılmıştır. Evliliğin iptali davası nisbi butlan sebeplerine dayalı olarak sadece eşler tarafından açılabilir. Aşağıdaki durumların varlığı halinde nisbi butlandan söz edilebilir.
- Ayırt etme gücünden geçici yoksunluk,
- Yanılma,
- Aldatma,
- Korkutma,
Evliliğin İptali Davasında Hak Düşürücü Süre
Zaman aşımı ile hak düşürücü süreyi birbirine karıştırmamak gerekir. Zaman aşımı ancak tarafların itirazları sonucu dikkate alınabilecekken hak düşürücü süre hakim tarafından re’sen dikkate alınır.
Hak düşürücü süre yalnızca nisbi butlan sebebiyle evliliğin iptali davasında geçerlidir. Mutlak butlan sebebiyle evliliğin iptali davası herhangi bir hak düşürücü süreye veya zaman aşımına tabi değildir.
Evliliğin iptali davası açma hakkı evliliğin iptali sebebinin öğrenildiği tarihten itibaren 6 ay ve evlenmenin üzerinden 5 yıl geçmesiyle her halükarda sona erer.
Yetkili ve Görevli Mahkeme
Evliliğin iptali davasında yetkili ve görevli mahkeme boşanma davasıyla aynıdır. Buna göre yetkili mahkeme eşlerin son 6 aydır beraber oturdukları yer mahkemesidir. Görevli mahkeme aile mahkemesidir.
Taraflar arasında geçersiz bir evlilik olsa dahi nisbi butlan durumunda tarafların bu evlilik süresince edindiği mallara ilişkin olarak mal rejimi davası açmak mümkündür. Tazminat nafaka gibi istemlere ilişkinde boşanmaya dair hükümler kıyasen uygulanacaktır.
Yüksek Mahkeme Kararları
Y.H.G.K. E. 1990/2-122 K. 1990/211 K.T. 28.03.1990
EVLİLİĞİN İPTALİ
TARAF EHLİYETİ
CUMHURİYET SAVCISININ DAVANIN TARAFI OLMASI
743 s. Mülga TMK/113
ÖZETİ: Cumhuriyet Savcısı, davanın tarafı durumunda bulunmasına göre onun yokluğunda yargılamaya devam olunarak hüküm kurulması usul ve kanuna aykırıdır.
Taraflar arasındaki “Evliliğin iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Hekimhan Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne daire verilen 13.12.1988 gün ve 125 – 124 sayılı kararın incelenmesi Cumhuriyet Savcısı tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 2.Hukuk Dairesinin 17.5.1989 gün ve 462 – 4783 sayılı ilamı: (… Cumhuriyet Savcısı, davanın tarafı durumunda bulunmasına göre onun yokluğunda yargılamaya devam olunarak hüküm kurulması usul ve kanuna aykırıdır…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan sonra gereği görüşüldü: Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına dosyadaki tutanak ve kanıtlara bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Cumhuriyet Savcısının temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, 28.3.1990 gününden itibaren oybirliğiyle karar verildi.
Y.2.H.D. E. 2014/25814 K. 2014/25415 K.T. 11.12.2014
EVLİLİĞİN İPTALİ İSTEMİ
MAHKEMECE DAVALILARIN NÜFUS KAYITLARINDA DAYI-YEĞEN OLARAK GÖZÜKMELERİ NEDENİYLE EVLİLİĞİN İPTALİNE KARAR VERİLMİŞTİR
ANNESİ TARAFINDAN BABASI ÖLDÜĞÜ İÇİN AMCASININ NÜFUSUNA KAYIT ETTİRİLDİĞİNDEN BAHİSLE NÜFUS KAYIT DÜZELTME DAVASI AÇILDIĞI
ÖZETİ: Dava, evliliğin iptali istemine ilişkin olup, mahkemece davalıların nüfus kayıtlarında dayı-yeğen olarak gözükmeleri nedeniyle evliliğin iptaline karar verilmiştir. Yargılama devam ederken, davalılardan B.’nin annesi tarafından Silvan Asliye Hukuk Mahkemesinin 2013/686 esas sayılı dosyası ile babası öldüğü için amcasının nüfusuna kayıt ettirildiğinden bahisle nüfus kayıt düzeltme davası açıldığı anlaşılmaktadır. Bu davanın sonucu eldeki davayı etkileyeceğinden mahkemece bu davanın bekletici mesele yapılarak sonucu uyarınca karar verilmesi için kararın bozulması gerekmiştir.
Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davalı tarafından temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : Dava, evliliğin iptali istemine ilişkin olup, mahkemece davalıların nüfus kayıtlarında dayı-yeğen olarak gözükmeleri nedeniyle evliliğin iptaline karar verilmiştir. Yargılama devam ederken, davalılardan B.’nin annesi tarafından Silvan Asliye Hukuk Mahkemesinin 2013/686 esas sayılı dosyası ile babası öldüğü için amcasının nüfusuna kayıt ettirildiğinden bahisle nüfus kayıt düzeltme davası açıldığı anlaşılmaktadır. Bu davanın sonucu eldeki davayı etkileyeceğinden mahkemece bu davanın bekletici mesele yapılarak sonucu uyarınca karar verilmesi için kararın bozulması gerekmiştir.
SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle, 11.12.2014 tarihinde karar verildi.
Y.2.H.D. E. 2011/11246 K. 2011/12319 K.T. 14.07.2011
EVLİLİĞİN İPTALİ DAVASI
EVLİLİĞİN İPTALİNE KARAR VERİLEBİLMESİ İÇİN EŞLERDEN BİRİNİN EVLENME SIRASINDA SÜREKLİ BİR SEBEPLE AYIRT ETME GÜCÜNDEN YOKSUN BULUNMASININ ŞART OLDUĞU
AYIRT ETME GÜCÜNÜN SONRADAN KAZANILMASI DURUMUNDA, MUTLAK BUTLAN DAVASINI YALNIZ AYIRT ETME GÜCÜNÜ SONRADAN KAZANAN VEYA AKIL HASTALIĞI İYİLEŞEN EŞ AÇABİLİR
DAVALININ AKIL HASTALIĞININ SONRADAN İYİLEŞİP İYİLEŞMEDİĞİ VEYA AYIRT ETME GÜCÜNÜ SONRADAN KAZANIP KAZANMADIĞI HUSUSUNDA RAPOR ALINMASI GEREKTİĞİ
ÖZETİ: Türk Medeni Kanunu’nun 145/2. maddesindeki sebeple evliliğin iptaline karar verilebilmesi için, eşlerden birinin evlenme sırasında sürekli bir sebeple ayırt etme gücünden yoksun bulunması şarttır. Ayırt etme gücünün sonradan kazanılması durumunda, mutlak butlan davasını yalnız ayırt etme gücünü sonradan kazanan veya akıl hastalığı iyileşen eş açabilir. Adli Tıp 4. İhtisas Kurulunun sözü edilen raporu, davalının muayenesinin yapıldığı tarih itibarıyla ayırt etme gücünü kazandığını veya hastalığının iyileştiğini gösterir nitelikte olmayıp kendi içinde çelişkilidir. Bu durumda davalının akıl hastalığının sonradan iyileşip iyileşmediği veya ayırt etme gücünü sonradan kazanıp kazanmadığı hususunda 2659 Sayılı Adli Tıp Kurumu Kanunu’nun 15. maddesi gereğince Adli Tıp Genel Kurulundan rapor alınması ve hasıl olacak sonucuna göre hüküm kurulması gerekir.
Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen ve yukarda tarih numarası gösterilen hüküm temyiz edilmekle evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : Türk Medeni Kanunu’nun 145/2. maddesindeki sebeple evliliğin iptaline karar verilebilmesi için, eşlerden birinin evlenme sırasında sürekli bir sebeple ayırt etme gücünden yoksun bulunması şarttır. Ayırt etme gücünün sonradan kazanılması durumunda, mutlak butlan davasını yalnız ayırt etme gücünü sonradan kazanan veya akıl hastalığı iyileşen eş açabilir. ( T.M.K. madde 147/2 ) Taraflar 19.3.2002 tarihinde evlenmişlerdir. Akit tarihinde davalının “psikotik bozukluk” denilen akıl hastalığına maruz bulunduğu, bu sebeple ayırt etme gücünden yoksun olduğu Adli Tıp 4. İhtisas Kurulunun 21.4.2010 tarihli 1362 Sayılı raporu ile belirlenmiştir. Ne var ki aynı raporda, davalının kurulda 25.2.2009 tarihinde yapılan muayenesinde “…fiil ehliyetine müessir, hareket serbestisi ile olayları kavrayıp onlardan sağlıklı sonuçlara varabilme yeteneğini kaldıracak mahiyet ve derecede herhangi bir psikotik araz saptanmadığından…” söz edilmiş, bunun devamında ise “… remisyonda psikotik bozukluk tespit edildiği…” ifadesine yer verilmiştir. Adli Tıp 4. İhtisas Kurulunun sözü edilen raporu, davalının muayenesinin yapıldığı tarih itibarıyla ayırt etme gücünü kazandığını veya hastalığının iyileştiğini gösterir nitelikte olmayıp kendi içinde çelişkilidir. Bu durumda davalının akıl hastalığının sonradan iyileşip iyileşmediği veya ayırt etme gücünü sonradan kazanıp kazanmadığı hususunda 2659 Sayılı Adli Tıp Kurumu Kanunu’nun 15. maddesi gereğince Adli Tıp Genel Kurulundan rapor alınması ve hasıl olacak sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken bu yön üzerinde durulmadan eksik inceleme ile hüküm tesisi doğru bulunmamıştır.
SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarda gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma sebebine göre diğer yönlerin incelenmesine yer olmadığına, temyiz peşin harcının yatırana iadesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 14.7.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Y.8.H.D. E. 2013/17903 K. 2014/157 K.T. 14.01.2014
MUTLAK BUTLAN NEDENİYLE EVLİLİĞİN İPTALİ VE MİRASÇILIK BELGESİNİN İPTALİ DAVASI
EVLİLİK AKDİNİN KURULDUĞU ANDA İYİNİYETLİ OLMAYAN DAVALI MİRASÇI DA OLAMAYACAKTIR
MİRAS BIRAKANIN KANUNİ MİRASÇISI OLMAMASI HALİNDE MİRASI DEVLETE GEÇER
ÖZETİ: Eldeki davada, vasi tayinine ilişkin olayların oluş silsilesi ve hayat deneyimleri dikkate alındığında, davalı S. N.’in muris M. A. ile olan evlenme akdinin kurulması anında, murisin butlan sebebini bilmediği veya bunun için gerekli özeni gösterdiği düşünülemez. Davalının bu durumu bilmemesi hayatın olağan akışına da aykırıdır. O halde, evlilik akdinin kurulması anında davalının iyi niyetli olduğunun kabulüne olanak bulunmamaktadır. Dolayısıyla, evlilik akdinin kurulduğu anda iyiniyetli olmayan davalı, mirasçı da olamaz. Hal böyle olunca, Yerel Mahkemece yazılı şekilde davanın kabulüne karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir.
Hazineyle S. N. Ö. aralarındaki mirasçılık belgesinin iptali davasının kabulüne dair İstanbul 18. Asliye Hukuk Mahkemesi’nden verilen 04.06.2013 gün ve 150/186 sayılı hükmün duruşma yapılması suretiyle Yargıtay’ca incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmiştir. Dosya incelenerek işin duruşmaya tabi olduğu anlaşılmış ve duruşma için 14.01.2014 Salı günü tayin edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmişti. Duruşma günü temyiz eden davalı vekilleri Av. D. Ç. ile Av. A. K. ve karşı taraftan davacı Hazine vekili Av. U. S. geldiler. Duruşmaya başlanarak temyiz isteğinin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan ve hazır bulunanların sözlü açıklaması dinlendikten sonra duruşmaya son verilerek; dosya incelendi, gereği düşünüldü:
Karar: Davacı Hazine vekili, davalı S. N.’in müteveffa M. A. B.’la yaptığı evliliğinin Sarıyer 1. Aile Mahkemesi’nin 23.12.2009 tarih 2008/644 Esas, 2009/1307 Karar sayılı kesinleşen kararıyla mutlak butlanla batıl olması nedeniyle iptaline karar verildiğini, ancak karar Yargıtay aşamasında iken davalı tarafından İstanbul 10. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2012/121 Esas sayılı dosyasında mirasçılık belgesi istemli dava açıldığını, davanın Hazine’ye ihbar edildiğini, bilahare davalının İstanbul 10. Sulh Hukuk Mahkemesi’ndeki davasından feragat ederek İstanbul 12. Sulh Hukuk Mahkemesi’nde yeniden açtığı dava sonunda 10.07.2012 tarih 2012/211 Esas 2012/491 Kararla mirasçılık belgesini aldığını, davalının mirasçı olmadığını açıklayarak davalı tarafından halen devam etmekte olan derdest bir dava var iken mahkemeyi yanıltmak suretiyle alınan İstanbul 12. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2012/211 Esas 2012/491 Karar sayılı 10.07.2012 tarihli veraset ilamının iptaline karar verilmesini istemiştir.
Davalı S. N. vekili, miras bırakanın sağ kalan eşinden başka yasal mirasçısının bulunmadığını, miras bırakanın 16.02.2012 tarihinde vefat ettiğini, butlan kararının kesin karar olmayıp temyizi kabil olduğunu, evliliğin butlanına yönelik verilen kararın Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nce onanma tarihinin 10.07.2012 olup, veraset ilamının bu tarihten bir ay önce alındığını, evliliğin kanunen geçerli olduğuna dair geçerli sağlık raporu da bulunduğunu, miras bırakanın kanuni mirasçısı olmaması halinde mirasının devlete geçebileceğini, oysa miras bırakanın yasal mirasçısı bulunduğundan Hazine’nin mirasçı olamayacağını açıklayarak davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davanın kabulü ile, İstanbul 12. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 10.07.2012 tarih 2012/211 Esas 2012/491 Karar sayılı verasetin iptaline, muris M. A. B.’ın payı tek pay olarak kabul edilerek Hazineye aidiyetine karar verilmesi üzerine hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava dilekçesi ve dosya kapsamına göre dava, M. A. B.’la S. N. Ö. B. arasındaki evliliğin mutlak butlan sebebiyle iptaline karar verilmesi sebebiyle sağ kalan eşin iyiniyetli olmadığı iddiasına dayanılarak açılan davalı tarafından alınmış mirasçılık belgesinin iptali ve muris M. A. B.’ın tek mirasçısının Hazine olduğuna ilişkin yeni mirasçılık belgesi isteğine ilişkindir.
Davanın niteliği itibarıyla mutlak butlan sebebiyle evliliğin iptali ve mirasçılık üzerinde durmak gerekmektedir.
Bilindiği üzere kesin olan evlenme engelleri evlenmeyi mutlak butlanla sakatlamakta; istisnalar dışında mutlak butlanla sakat olan evlilik, kural olarak, kamu düzenini zedelediğinden sakatlık herkesi ilgilendirmektedir. Mutlak butlan davasının, kimler tarafından açılabileceği ise, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK)’nun 146 ncı maddesinin birinci fıkrasında, mutlak butlan davasının “Cumhuriyet Savcısı” tarafından re’sen açılacağı; ikinci fıkrasında ise, bu davanın ilgisi olan herkes” tarafından da açılabileceği hükme bağlanmıştır. Dava açma hakkı olan kimselerin kimler olduğu kanunda açıkça belirtilmemiştir. Doktrinde ve uygulamada, “ilgili olan herkes” kavramından “evlenmenin iptaline madden ya da manen ilgisi olan (menfaati bulunan) kimselerin anlaşılması gerektiği” ifade edilmektedir.
Açılacak olan butlan davası herhangi bir süreye bağlı değildir. Dolayısıyla tarafların beraber geçirdikleri zaman, batıl evlenmeyi geçerli hale getirmez. Evlenmenin mutlak butlanına yol açan sebepler aynı zamanda birer “kesin evlenme engeli”dir. 4721 sayılı TMK’nun 145 inci maddesinde mutlak butlan sebepleri; “mevcut evlilik”, “yasak derecede hısımlık”, “ayırt etme gücünden sürekli yoksunluk” ve “evlenmeye engel derecede akıl hastalığı” olarak sayılmıştır. Butlan kararı sonuçlarının, Türk Medeni Kanunu’nda ayrıntılı bir şekilde değil de genel olarak boşanma hükümlerine atıf yapılarak düzenlendiği görülmektedir. Gerek mutlak butlan, gerekse nispi butlan davaları hukuki nitelikleri itibariyle bir “tespit davası” değil, “bozucu yenilik doğuran dava”lardır. Zira batıl evlenme, davanın sonunda verilecek kararla ileriye etkili olarak sonuç doğuracak şekilde iptal edilmektedir.
Batıl bir evlenmenin ortadan kaldırılması için açılması şart olan “butlan davası” sonunda hakimin, evliliğin ortadan kaldırılması konusunda verdiği karara “iptal kararı” denilir ki, bu karar da hukuki niteliği itibariyle “yenilik doğuran bir karar”dır. Butlan davasında davacı, mahkemeden dava konusu evlenmenin batıl olduğunu ve bu sebeple ortadan kaldırılması gerektiğini talep eder. Bu açıdan mutlak veya nispi butlan davalarında davacı tarafından talep edilen husus mevcut bir hukuki durumun ortadan kaldırılmasıdır (TMK’nun 156 ncı maddesi). Başka bir deyişle, butlan davası sonunda hakimin vereceği “yenilik doğuran iptal kararı” ile, her ne kadar geçersiz de (batıl da) olsa mevcut olan bir evlenme işlemi ve evlilik ilişkisi sona ermekte; var olan bir hukuki durum ortadan kalkmaktadır. Bu yönüyle hakimin iptal kararı “bozucu yenilik doğuran” bir karar niteliğindedir.
4721 sayılı TMK’nun 156 ncı maddesinin ikinci cümlesi hükmü gereğince, mutlak butlan ya da nispi butlanla sakat olan evliliğin hakim kararıyla sonlandırılması halinde kararın kesinleştiği tarih itibariyle butlan kararı ileriye etkili olur. Dava açılmış olsa bile evlenme, kararın kesinleşme tarihine kadar geçerli bir evliliğin bütün sonuçlarını doğurur. Diğer deyişle, iptal kararı, evlenmeyle iptal kararının kesinleşmesi arasındaki süre içerisinde doğmuş olan geçerli bir evliliğe ilişkin hüküm ve sonuçları ortadan kaldırmaz. Her ne kadar iptal kararı, evliliği sona erdirse de bu karar geçmişe etkili olamayacağı için, karardan önce meydana gelen hüküm ve sonuçlar ortadan kalkmaz. Bu maddenin sonucu olarak, evlenmenin mutlak veya nispi butlanla geçersiz olması halinde dahi, evlilik devam ettiği müddetçe eşlerin mirasçılığını etkilemez.
Ancak batıl bir evliliğin iptali amacıyla butlan (iptal) davası açılmış ve eşlerden her ikisi de hayattaysa, iptal kararının kesinleşmesiyle evlilik tıpkı boşanmada olduğu gibi ileriye etkili olarak sona ereceğinden eşlerin artık birbirlerine mirasçı olmaları söz konusu olmaz. Bu durumda eşlerin mirasçılık sıfatı ortadan kalkar.
Eşlerden biri henüz iptal davası açılmadan önce ölürse, sağ kalan eş onun mirasçısı olacaktır. Zira evlilik ölümle sona ermiştir ve batıl da olsa geçerli bir evliliğin tüm sonuçlarını doğurmaktadır (TMK madde 156/c.2). Bu durumda ölen eşin mirasçılarının (şayet evlenme nispi butlanla geçersizse) evlenmenin iptalini sağlamak yönünde butlan davası açma hakları bulunmamaktadır (TMK madde 159/c.1).
Ancak miras bırakan (ölen eş) ile sağ kalan eş arasındaki evlenme “mutlak butlan” sebeplerinden biriyle sakatlanmışsa, ölen eşin mirasçıları evlenmenin butlanı nedeniyle (TMK madde 147, f.1, c.2) iptal davası açabilirler ve bunun sonuçlarından doğrudan yararlanırlar.
Mutlak butlanla batıl bir evlenmenin iptalini istemekte, ölen eşin mirasçılarının doğrudan menfaati bulunmaktadır. Dolayısıyla bu kimseler 4721 sayılı TMK’nun 146 ve 147 nci maddeleri anlamında “ilgili” sıfatına ve doğrudan dava hakkına sahiptirler. Bu kimseler iptal davasını, ölen eşin dava hakkına değil, doğrudan kendi dava haklarına dayanarak açmaktadırlar.
Başka bir anlatımla, TMK’nun 159 uncu maddesinin birinci cümlesinde öngörülen “dava hakkının mirasçılara geçmeyeceği” hükmü, mutlak butlanla sakat bir evlenmenin iptalinde “ilgililer” yönünden uygulanmayacaktır. 4721 sayılı TMK’nun bu hükmü; 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi’nin 127 nci maddesi karşılığı olduğundan mutlak butlanla değil de nispi butlanla ilgili olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Bu yönü ile TMK’nun 159 ve 147 nci maddesi hükümleri birbirleriyle çelişmemektedir.
4721 sayılı Medeni Kanun’un 159 uncu maddenin 2. cümlesinde “Dava sonucunda evlenme sırasında iyi niyetli olmadığı anlaşılan sağ kalan eş, yasal mirasçı olamayacağı gibi, daha önce yapılmış olan ölüme bağlı tasarruflarla kendisine sağlanan hakları da kaybeder.” yazılıdır. Bu açık düzenleme karşısında, butlan davası devam ettiği sırada eşlerden birinin ölmesi üzerine onun mirasçıları tarafından devam ettirilen dava sonunda sağ kalan eşin iyi niyetli olmadığı anlaşılırsa, onun mirasçı olmayacağı hükme bağlanmıştır. Bu esas kıyasen sağ kalan eş lehine, ölen eş tarafından yapılmış ölüme bağlı tasarruflar açısından da uygulanır.
Kural olarak, butlan davası sonucunda evlenme sırasında iyi niyetli olmadığı anlaşılan sağ kalan eş, yasal mirasçı olmayacağı gibi, daha önce yapılmış olan ölüme bağlı tasarruflarla kendisine sağlanan hakları da kaybeder. Bu kural, hem mutlak butlan halinde, hem de onun daha hafif bir hali olarak kabul edilen, nispi butlan halinde uygulanmaktadır. Evlenmenin mutlak butlanında, mirasçıların kendi adlarına dava açma hakları bulunmakta olup, muris davadan önce vefat etse de mirasçıların bunu dava etme olanakları vardır.
Mutlak butlan davası ya da tespit davası sonucunda evlenme sırasında iyi niyetli olduğu anlaşılan sağ kalan eş yasal mirasçılık sıfatını korur. Ne var ki, mutlak butlan davası ya da tespit davası sonucunda evlenme sırasında iyi niyetli olmadığı anlaşılan sağ kalan eş yasal mirasçılık sıfatını da kaybeder.
Bu açıklamalar karşısında somut olaya gelince; muris M. A. B.’ın 15.03.2006 tarihinde bizzat başvurması ve “unutkanlığı, telkin ve baskılara karşı koyamama, kötüniyetli insanların baskı ve telkinleri sonucu hatalı işlem yapma, malvarlığının tehlikeye düşme ihtimali” sebebiyle kendisine arkadaşı N. D.’ın kızı S. D.’ın vasi atanmasını istemesi üzerine Mahkemece, muris hastaneye sevk edilmiş, Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Baştabipliği’nin 23.03.2006 tarih 2006/5323 nolu sağlık kurulu raporu ile “demans (bunama) hastalığı saptandığı, bu durumuyla ayırt etme gücünden yoksun olduğu, kendisine bir vasi atanması gerektiği, mahkemede dinlenmesinde yarar olmadığı” bildirilmiş, Sarıyer Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 15.05.2006 tarih 2006/392 Esas 2006/757 Karar sayılı ilamıyla muris kısıtlanarak kendisine S. D. vasi atanmış, dosya hesaplı vasi esasına kaydedilmiştir.
Kısıtlı muris dilekçeyle kısıtlılık halinin kaldırılmasını ve vasinin görevine son verilmesini istemiş, Adli Tıp Kurumu’nun 12.01.2007 tarihli 4. İhtisas Kurulu’nun raporunda muriste Demansiyel Sendrom başlangıcı tesbit edildiği, bu durumu itibarıyla fiil ehliyetine tam haiz olmayıp kendisine müşavir atanmasının uygun olduğunun bildirilmesi, vasi S.’in de 09.11.2006 tarihli dilekçesiyle vasilikten affını istemesi üzerine Mahkemece, 30.01.2007 tarihli görevlendirme kararı ile Av. İ. B. hukuki yönden gerekli işlemleri yapabilmesi için hususi vasi olarak görevlendirilmiş, durumun Hazineye ihbarıyla Hazine davaya dahil olmuş, 06.03.2007 tarihinde de kısıtlı murise yardımcı olmak üzere Ö. D. görevlendirilmiştir. Mahkemenin 15.08.2007 tarihli kararı ile Av. İ. B.’ün görevi kaldırılmış, Av. H. A. kısıtlı murise vasi olarak atanmış, kısıtlı muris bu karara da itiraz etmiş, Mahkemece 24.05.2007 tarihli karar ile bu talebi reddedilmiş, kısıtlı murisin 21.06.2007 tarihli dilekçeyle kendisine Av. Y. G.’nin vasi olarak atanmasını isteyerek Asliye Hukuk Mahkemesi’ne itirazı üzerine Sarıyer 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 24.07.2007 tarih 2007/207 Esas 258 Karar sayılı ilamıyla kısıtlının itirazının kabulüne, kısıtlıya yeni vasi atanması için dosyanın Sulh Hukuk Mahkemesi’ne gönderilmesine karar verilmiştir.
Kısıtlı murisin Mahkemeye müracaat ederek kendisine yasal danışman olarak emekli hakim Av. Yüksel Gökteke’nin atanmasını içeren talebi üzerine tüm dosya kısıtlıyla birlikte Adli Tıpa gönderilmiş, Adli Tıp 4. İhtisas Kurulu’nun 26.10.2007 tarihli raporunda, M. A. B.’da Demansiyel Sendrom başlangıcı olduğu, kendisinin fiil ehliyetine tam haiz olmayıp kendisine müşavir atanmasının uygun olacağı bildirilmiştir. Rapor üzerine Sarıyer 1. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 16.01.2008 tarih 2006/34 Hesaplı vasi Esas 2008/15 Karar sayılı ilamı ile “M.’yla H.’den olma 08.08.1925 doğumlu kısıtlı M. A. B.’ın 15.05.2006 tarih 2006/392 Esas 2006/757 Karar sayılı ilamıyla kısıtlanmasına ve kendisine önce S. D.’ın sonra Av. İ.B., daha sonra da Av. H. A.’ın vasi olarak atanmasına ilişkin kararların kaldırılmasına, M. A. B.’ın TMK’nun 429.m. gereğince haklarının korunması bakımından fiil ehliyetinin kısmen sınırlandırılarak aşağıda yazılı işlerde görüşü alınmak üzere kendisine Av. Y. G.’nin yasal danışman olarak atanmasına” karar verilmiştir. Kararı muris M. A. B.’la Hazine temyiz etmişler, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 16.06.2008 tarih 2008/5315 Esas 2008/8637 Karar sayılı ilamıyla hüküm “Hükme esas alınan Adli Tıp 4. İhtisas Dairesi’nin 12.01.2007 ve 26.10.2007 tarihli raporlarında Demansiyel Sendrom başlangıcı tesbit edildiği, hali hazır durumuyla fiil ehliyetine haiz olmayıp kendisine müşavir atanmasının uygun olduğu tanısı konulmuş, vesayetin kaldırılıp kaldırılmaması konusunda mütalaada bulunulmamıştır, mahkemece Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Araştırma Hastanesi’nin 23.03.2006 tarihli Sağlık Kurulu raporunda ise demans saptandığını bu durum ayırt etme gücünden yoksun olduğunu, kendisine bir vasi atanması gerektiğini ve mahkemede dinlenmesinde yarar bulunmadığı bildirilmiştir. Her iki rapor arasında çelişki mevcuttur, raporlar arasındaki çelişkinin 2659 sayılı Adli Tıp Kurumu Kanunu’nun 15/f maddesi gereğince Adli Tıp Genel Kurulu’ndan müşahadeye dayalı rapor istenmesi suretiyle giderilmesi sonucuna göre hüküm tesisi gerekirken eksik inceleme ve çelişkili raporlarla hüküm kurulması doğru görülmemiştir” gerekçesiyle bozulmuştur.
Bu dosyanın karara çıktığı 16.01.2008 tarihinden önce evlenme başvurusu yapılan Beşiktaş Belediye Başkanlığı’nın 04.09.2006 tarihli yazısı üzerine Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nce verilen 18.09.2006 tarih 15730 sayılı “M. A. B.’ın psikiyatrik-nörolojik muayenesinde anlamasının global dikkatinin normal sınırlar içinde yakın ve uzak bellek muayenesi normal sınırlar içindedir. Evlenmesine mani aklen bir patoloji saptanmamaktadır” şeklinde alınan rapor sonunda, yasal müşavir atanmasına dair karardan sonra, Yargıtay’ın onama kararından önceki 05.03.2008 tarihinde M. A. B.’la S. N. Ö. B. resmi olarak evlenmişlerdir. Sarıyer 1. Sulh Hukuk Mahkemesi tarafından Yargıtay bozma kararı sonrası, yasal danışman atanması kararından sonra 15.03.2008 tarihinde M. A. B.’ın S. N.’le evlendiği de dikkate alınarak Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu’ndan müşahadeye dayalı rapor istenmiş, Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Genel Kurulu’nun 16.04.2009 tarih 124 karar nolu verdiği raporda “M. A. B.’ın fiil ehliyetini müessir ve kişide şuur ve hareket serbestisiyle olayları kavrayıp onlardan sağlıklı sonuçlara varabilme yeteneğini ortadan kaldıracak mahiyet ve derecede olan demansiyel sendrom denen bunama halinin tesbit edildiği, kendisinde tesbit edilen bunama halinin klinik, fizyopatolojik ve ilerleyici özellikleri gözönüne alındığında evlilik tarihi olan 15.03.2008 tarihinde de fiil ehliyetini ortadan kaldıracak mahiyet ve derecedeki bu akli arızaya musab olduğu, bu akli arıza nedeniyle halen fiil ehliyetine haiz olmayıp MK’nun 405.m. gereği medeni haklarının kısıtlanarak kendisine vasi atanmasının uygun olduğu, durumunun MK’nun 145 inci maddesine mümas olduğu, mahkemede dinlenmesinde yarar bulunmadığı mütalaa olunur” denilmiştir. Bu rapor üzerine Sarıyer 1. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 03.06.2009 tarih 2008/587 Esas 2009/493 Karar sayılı ilamıyla M. A. B.’ın TMK’nun 405.m. gereği kısıtlanmasına, kendisine İstanbul Barosu avukatlarından Av. Aytaç Güngör’ün vasi olarak atanmasına karar vermiştir.
Diğer yandan hesaplı vasi dosyasında kendisine durum ihbar edilen ve davaya katılan Hazine tarafından, M. A. B.’ın evliliği öğrenilince 09.07.2008 tarihinde Sarıyer Aile Mahkemesi’ne 2008/644 Esasında açılan davada, M. A. hakkında alınan raporlar ve Demansiyel Sendrom sebebiyle fiil ehliyeti olmadığı ancak Şişli Etfal Hastanesi’nden alınan 12.03.2008 tarihli rapora dayanarak 15.03.2008 de S.’la evlendiği, Adli Tıp Kurumu raporlarına göre M. A. B. için MK 145/2 nci maddesindeki koşulların oluştuğu açıklanarak evliliğin mutlak butlan sebebiyle iptaline karar verilmesi istenmiştir. Davalılar M. A. B.’la S. N. Ö. B. vekili ise evlenmenin gerçek olduğunu, vekil edeninin sadece unutkan olduğu, akıl sağlığının yerinde olduğu, evlenme için izin alındığı, M. A.’nin S. N.’le evlenmek için 3 yıl uğraştığı açıklanarak davanın reddi savunulmuştur.
Sarıyer Aile Mahkemesi’nin 23.12.2009 tarih 2008/644 Esas 2009/1307 Karar sayılı ilamında, Hazine açtığı davada TMK’nun 146/2 nci maddesinde yazılı ilgili kişi kabul edilmiş, özellikle Sarıyer 1. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2008/587 Esas 2009/493 Karar sayılı dosyasına sunulan Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Genel Kurulunun 16.04.2009 tarih 124 karar nolu vermiş olduğu rapor gözönünde bulundurularak, evlilik akti yapıldığında davalı M. A. B.’ın bunama halinin TMK’nun 145 inci maddesinde belirtilen mutlak butlan nedenine dayalı batıl evliliğin yapıldığı kanaatiyle davanın kabulüne ve M. A. B.’la S. N. Ö. B. arasındaki 15.03.2008 tarihinde yapılan evliliğin TMK’nun 145 inci maddesi uyarınca mutlak butlanla batıl olduğuna ve iptaline karar verilmiştir. Hüküm davalılar vekilince temyiz edilmiş, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 01.03.2012 tarih 2012/2181 Esas 2012/4427 Karar sayılı ilamıyla mahkeme kararı onanmış. S. N. vekilinin karar düzeltme isteğinin de aynı Dairenin 09.07.2012 tarih 2012/12358 Esas 2012/19228 Karar sayılı ilamıyla reddedilmesi üzerine karar 09.07.2012 tarihinde kesinleşmiştir. Bu dosyanın temyiz incelemesi sırasında M. A. B. 16.02.2012 tarihinde ölmüştür. Evliliğin iptaline ilişkin kesinleşmiş karar 09.07.2012 tarihinde nüfusa işlenmiştir.
Bu arada S. vekili Av. A. K. tarafından 15.05.2012 tarihinde İstanbul 12. Sulh Hukuk Mahkemesine, Sebahat vekili Av. D. Ç. tarafından ise 26.03.2012 tarihinde İstanbul 10. Sulh Hukuk Mahkemesi’ne açılan mirasçılık belgesi verilmesine ilişkin davalarda, İstanbul 12. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 10.07.2012 tarih 2012/211 Esas 2012/491 Karar sayılı ilamla M. ve H.’den olma 08.08.1925 doğumlu ve 16.02.2012 tarihinde ölen M. A. B.’ın tek mirasçısının eşi S. N. Ö. B. olduğuna, diğer dosyada ise, S. vekilinin 16.07.2012 tarihli feragat dilekçesi üzerine İstanbul 10. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 04.10.2012 tarih 2012/121 Esas 2012/584 Karar sayılı ilamıyla davacı vekilinin feragati sebebiyle HMK 307 ve devamı maddeleri gereğince davada esas hakkında hüküm kurulmasına yer olmadığına karar verilmiştir. Ayrıca Sebahat vekilinin 21.06.2012 tarihli talebi üzerine Bakırköy 2. Noterliği’nin 21.06.2012 tarih 11795 yevmiye sayılı mirasçılık belgesinin düzenlendiği ve M. A. B.’ın tek mirasçısının S. N. Ö. Barman olduğunun belirlendiği görülmektedir.
Her ne kadar, evliliğin butlanına dair karar ileriye dönük olarak sonuç doğurur, geçmişe etkili olmaz ise de, yukarıda da ayrıntılı bir şekilde açıklandığı üzere, 4721 sayılı TMK’nun, 159 uncu maddesinin 2. cümlesinde, mirasçılığın devam edebilmesi için, evlilik akdinin kurulması anında eşin iyi niyetli olması gerektiği açıkça vurgulanmıştır. Bahsedilen iyiniyet, eşin evlenme töreni sırasında butlan sebebinin mevcudiyetini bilmemesi veya gerekli özeni göstermiş olmasına karşın öğrenememiş olması demektir.
Kanunun iyi niyete hukuki bir sonuç bağladığı durumlarda, asıl olan iyi niyetin varlığıdır.
Bu sebeple butlan davası sırasında eşlerden birinin ölmesinin yanı sıra eşlerden birinin ölümünden sonra butlan davası da açılmış olması durumunda da sağ kalan eşin mirasçı olması asıldır. Sağ kalan eşin evlilik akdinin kurulması anında iyi niyetli olmadığı, eşlerden birinin ölümünden sonra ilgililer tarafından açılan mutlak butlan davasında kanıtlanmalıdır. Eşlerden birinin ölümünden sonra ilgililer tarafından mutlak butlan davası açılmamışsa, sağ kalan eş evliliğin kurulması anında iyi niyetli sayılır.
Eldeki davada, davalı muris M. A.’nin evlenme tarihinden önceki dönemde de birbirlerini tanıdıkları, 31.01.2013 tarihli yargılama oturumunda dinlenen tanık R. T. tarafından 2006 yılındaki bu tanışıklığın doğrulandığı, evliliğin iptaline ilişkin dosyada S. vekili tarafından M. A.’nin S. N.’le evlenmek için üç yıl uğraştığının açıklandığı, yaşı ve malvarlığı sebebiyle kötüniyetli kişiler tarafından evlendirilmek istendiğine dair 13.12.2006, 10.02.2007 tarihli gazete haberlerinde muris ile birlikte evlendirilmek istendiği kişi olarak S. N. Ö.’in de isminin geçtiği, muris ile S. N. arasındaki tanışıklığın ilk kısıtlılığın başladığı tarih öncesine dayandığının bizzat M. A. B.’ın 2006/34 hesaplı vasi esas sayılı dosyasında 18.04.2008 tarihli beyanı ile “…evlendiğim kişi benim eski arkadaşımdır, çok uzun süreden beri arkadaşlığımız vardır…” şeklinde ifade edildiği anlaşılmaktadır.
Bu durumda M. A. ile S.’in önceki tarihlere varan tanışıklılığı, kısıtlılık durumunun başladığı 2006 yılında M. A. ile ilgili çıkan haberler, aynı tarihlerde başlayan rapor süreci, murisin durumu ve vasi tayinine ilişkin olayların oluş silsilesi ve hayat deneyimleri dikkate alındığında, davalı S. N.’in muris M. A. ile olan evlenme akdinin kurulması anında, murisin butlan sebebini bilmediği veya bunun için gerekli özeni gösterdiği düşünülemez. Davalının bu durumu bilmemesi hayatın olağan akışına da aykırıdır. O halde, evlilik akdinin kurulması anında davalının iyi niyetli olduğunun kabulüne olanak bulunmamaktadır. Dolayısıyla, evlilik akdinin kurulduğu anda iyiniyetli olmayan davalı, mirasçı da olamaz. Hal böyle olunca, Yerel Mahkemece yazılı şekilde davanın kabulüne karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir.
Açıklanan nedenle davalı vekilinin temyiz itirazları yerinde görülmediğinden reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün onanmasına, Yargıtay duruşmasının yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi hükümleri uyarınca 1.100,00 TL Avukatlık Ücreti’nin davalı taraftan alınarak Yargıtay duruşmasında avukat marifetiyle temsil olunan davacı Hazine’ye verilmesine, taraflarca HUMK’nun 388/4. (HMK m.297/ç) ve HUMK’nun 440/1 maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, 3402 s. Kanun’un 36/A maddesi gereğince harç alınmasına mahal olmadığına, 14.01.2014 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
Eskişehir Avukat Mahmut UYANIK saygıyla sunar.